Üst Araması - Onur Kırıcı Davranış

ÖZET:
  • Başvuru; kolluk kuvvetleri tarafından yapılan üst aramasında onur kırıcı davranışlarda bulunulması ve gerekmediği hâlde silah kullanılması sonucu ağır şekilde yaralanma meydana gelmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının, esasa etkili iddiaların gerekçeli kararda karşılanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

ANAYASA MAHKEMESİ

B.B.N : 2019/1819
Tarih : 29.03.2023


II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu; İstanbul'un Üsküdar ilçesi sınırları içinde mukim bir işyerinde (internet kafe), 25/9/2016 tarihinde saat 18.45 civarında müşteri olarak bulunmakta iken işyerine gelen sivil giyimli polis memurları M.B. ve O.A. başvurucuyu mekânın bir köşesine çağırmış ve kimlik talep ederek üst aramasına tabi tutmuştur. Başvurucu olay tarihi itibarıyla 23 yaşındadır. Polis memurları, uyuşturucu ticareti yapıldığı yönündeki ihbar üzerine anılan işyerine gitmiştir.

10. Üst araması sırasında başvurucunun iddiasına göre ayakkabıları ve pantolonu -kısmen- çıkarttırılmıştır (Başvuru formu ekinde sunulan CD'deki video kaydı başvurucunun iddiasını doğrulamaktadır.). 25/9/2016 tarihli Olay Tutanağı'na göre başvurucunun kasık kısmında bir şişkinlik görülmüş ve detaylı arama için ekip otosuna alınmak istendiğinde başvurucu kasık kısmındaki cismi -uyuşturucu olduğu tahmin edilen poşete sarılmış ot- polis memurlarına vermiştir. Başvurucu; formda üzerinde uyuşturucu bulunmadığını, Olay Tutanağı'ndaki tespitin gerçeği yansıtmadığını iddia etmiştir.


11. Başvurucu, polis memurları eşliğinde işyerinden çıkarılmasının ardından -iddiasına göre polis memurlarına yönelik herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadan- kendini kurtarıp kaçmıştır. Olay Tutanağı'na göre ise başvurucu, polis memuruna dirsek atmak suretiyle kendisini kurtarıp kaçmaya başlamıştır.

12. Olay Tutanağı'nda belirtildiği şekliyle polis memurları başvurucuyu bir süre kovalamış, eğimli bir rampaya geldiklerinde dur ihtarı yaparak havaya silahla iki el ateş açmış, dik yol nedeniyle polis memuru M.B. düşmüş, başvurucu da bu esnada bir yapının üzerinden atlamıştır. Başvurucunun yanına giden polis memurları, başvurucunun düşmesinden dolayı yüzünden yaralandığını fark etmiş; başvurucuyu taksiye bindirerek Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Numune Hastanesi) götürmüştür.

13. Numune Hastanesi tarafından düzenlenen Acil Servis Genel Muayene Formu'nun şikâyet ve hikâye kısmında "yüksekten düşme ve ateşli silah yaralanması" ifadeleri yer almıştır. Epikriz raporunun acil servis bölümünde ise "ateşli silah yaralanması nedeni ile başvurucunun hastaneye getirildiği, yüzünde yaygın ödem ve ağız açma kısıtlılığı olduğu, gözün ödemden dolayı değerlendirilemediği" ifade edilmiştir.

14. Başvurucu 28/9/2016 tarihinde plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi kliniğinde ameliyata alınmıştır. Ameliyat notunda "yabancı cisme ulaşıldı, çevre dokulardan diseke edilerek cisim çıkartıldı, ... çıkan metalik yabacı cisim (kurşun) hastane polisine teslim edilmek üzere hazırlandı." ifadelerine yer verilmiştir.

15. İstanbul Anadolu Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/11/2016 tarihli raporunda başvurucunun yaralanmasının yaşamı tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, başvurucunun yüzündeki kemik kırıklarının hayati fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte olduğu ifade edilmiştir.


A. Ceza Soruşturması Süreci

16. Olayı takiben nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatı ile olay yerinde incelemelerde bulunulmuş, polis memurlarının ellerinden atış artığının olup olmadığının anlaşılması için örnek alınmış, kamera kayıtları incelenmiş, olaya taraf olanların ve tanıkların ifadelerine başvurulmuş, polislerin silahları muhafaza altına alınmıştır. Soruşturma evrakı fezlekeye bağlanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir.

17. Polis memurları M.B. ve O.A. ifadelerinde özetle ihbar üzerine internet kafeye gittiklerini, eşkâle uyan başvurucuyu kafenin bir köşesine çekerek kaba üst aramasına tabi tuttuklarını, üzerinde poşete sarılı uyuşturucu madde tespit ettiklerini, başvurucuyu ekip otosuna götürürlerken başvurucunun polis M.B.nin koluna hamle yaparak kaçtığını, bir süre başvurucuyu kovaladıklarını, arkasından yüksek sesle ikaz ederek havaya ateş ettiklerini, bu sırada M.B.nin düştüğünü ve silahının patladığını, başvurucunun da metruk bir inşaatın üzerinden boş arsaya atladığını, başvurucunun yanına gittiklerinde yaralı olduğunu anladıklarını, hastaneye götürdüklerini, M.B.nin havaya ateş etmesinin ardından silahını kazara ateş aldığını ve hedef gözetmediğini beyan etmiştir. Başvurucu ise beyanında polislerin kafeye gelip üstünü aradıklarını, pantolonunu indirdiklerini, ihbar konusunu kendisine söylemediklerini, ekip otosuna doğru götürüldüğünü, karakola ve ceza infaz kurumuna götürüleceğini düşünerek korkup kaçmak istediğini, koşarken arkasından havaya iki el ateş edildiğini duyduğunu, boş arazinin içindeki üstü beton kaplı gecekondunun üzerine çıktığı sırada bir el daha ateş edilince yaralandığını, yaralanmasıyla gecekondunun üzerinden düştüğünü ifade etmiştir. Görgü tanığı H.Y. ise yaklaşık 35 senedir kafenin bulunduğu mahallede ikamet ettiğini, olay günü polis olduğunu sonradan anladığı bir şahsın bir başka şahsı engebeli çayırlık alanda kovaladığını, kovalama esnasında polisin kayıp düştüğünü, bu sırada silahının ateş aldığını, kaçan şahsın da harabe yapının çatı kısmından, yaklaşık iki metre mesafeden atladığını gördüğünü beyan etmiştir.


18. Kamera kayıtlarının incelenmesi sonucu polislerin başvurucunun üstünü aradığı ve kaçması sonrası başvurucuyu kovaladıkları anların görüntülerinin tespit edilebildiği tutanak altına alınmıştır.

19. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından yapılan inceleme neticesinde başvurucunun yanağından çıkarılan deforme mermi çekirdeğinin polis M.B.ye ait olan 9 mm çaplı, Parabellum marka, fişekatar tabancadan atıldığı, olay yerinde bulunan iki kovanın da aynı silahtan çıktığı tespit edilmiştir.

20. Başsavcılık, zor kullanma yetkisini aşarak yaralama suçunu işlediği isnadıyla polis M.B. hakkında kamu davası açılması talebiyle iddianame hazırlamıştır.

21. İstanbul Anadolu 18. Asliye Ceza Mahkemesi 5/10/2017 tarihinde, eylemin kasten öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturma ihtimali olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyayı nöbetçi ağır ceza mahkemesine göndermiştir.

22. Bu süreçte başvurucu, açtığı tam yargı davasının ardından 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. §§ 24-27). Devam eden ceza yargılamasında İstanbul Anadolu 12. Ağır Ceza Mahkemesi 19/11/2020 tarihli kararı ile M.B.nin yaralama suçundan 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiş; Cezaya ulaşırken haksız tahrik, duruşmadaki tavır ve olası kastı takdirî indirim nedeni, silah kullanılması ve kalıcı iz yaratılmasını ise artırım nedeni saymıştır. Yargılama sürecinde olaya tanık olan T.Ö.nün de ifadesi alınmıştır. T.Ö. polis memurlarının düştüğünü görmediğini ifade etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... M.B.nin düşerek takla attığı, bu esnada silahın patladığını belirtmiş olmalarına rağmen tarafsız tanığın düşen kimseyi görmemiş oluşu ayrıca yokuş aşağı giderken yere düşen sanık M.B.nin yaklaşık 25 m mesafede bulunan ve tek katlı binanın üst katında yaklaşık 4 m yükseklikte çatıda bulunan Tayfun'un, bu kişinin boy yüksekliği de gözetildiğinde kafasından yaralanacak biçimde vurduğu yönündeki anlatımlarının yaralanmanın şekli ve vücutta bulunduğu yer de gözetildiğinde oluşmasının mümkün olamayacağı, ayrıca sanık M.B.nin eğim olarak % 45 derecede eğim olduğu yönündeki beyanının da inandırıcılıktan uzak olduğu, zira bahsettiği eğimin normal yol güzergahı üzerinde kabul edilebilir mahiyette olmadığı gözetildiğinde maddi gerçeğe aykırı beyanlarda bulundukları kanaatine varılmış olup, bu yönü ile sanık M.B.nin ve O.A.nın beyanlarına itibar edilmemiş,


Tayfun'un yaralanmasına ilişkin adli rapor, tarafsız tanık beyanı, bu beyanı doğrulanan Tayfun'un anlatımları gözetildiğinde; düşük derecede eğimli yolda Tayfun'un peşinde koşmakta olan sanık M.B.nin havaya iki kez ateş ettikten sonra tek katlı binanın çatısına çıkmış olan Tayfun'a doğru yaklaşık 25 m mesafeden Tayfun'u durdurmak amacıyla vurmak için hedef alarak ateş ettiği ve yaralanmanın bu şekilde gerçekleştiği kanaatine varılmış olup, sanık polis memuru M.B.nin iki kez havaya ateş etmek sureti ile kaçan şüpheliyi durdurmayı amaçladığı, ancak kaçan şüpheli Tayfun'un durmaması nedeni ile durdurmak amacıyla ateş ettiği ve vurarak durdurduğu, ateş ettiği mesafe, kaçan şahsa yönelik doğrudan bir kez ateş edilmiş olması, aralarında öldürmeyi gerektirecek husumetin bulunmayışı, şüphelinin yanına geldikten sonra yaralı katılan sanık Tayfun'u araca bindirerek hastaneye getirmiş olmaları hususları gözetildiğinde sanığın öldürme kastıyla hareket etmediği ancak kanunun verdiği hükmün uygulanması sırasında zor kullanma yetkisi sınırlarının aşılarak gerçekleştirdiği eylemi ile Tayfun'u kasten yaralayarak atılı yaralama suçunu işlediği, Tayfun'un alınan adli raporu, bu olay öncesi Tayfun'un gözaltı işlemi sırasında sanığa dirsek atmak suretiyle haksız fiil oluşturacak eylemde bulunmuş olması hususları da gözetildiğinde sanığın yetkisi kapsamında şüpheliye karşı kullanmış olduğu zor yetkisi sırasında gerçekleştirdiği yaralama eylemini sanığın bu sonucun meydana gelebileceğini ön görmesine rağmen ve önemsemeyerek olası kasıt altında ve kendisine yönelik haksız fiilin etkisi altında haksız tahrik nedeniyle işlediği kabul edilerek yaralama suçundan cezalandırılmasına... "

23. Başvurucu özetle indirim nedenlerinin uygulanmasının hatalı olduğunu, suçun kasten öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilmesi gerektiğini, en azından yaralamanın kasten olduğunu ileri sürerek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 30. Ceza Dairesi 12/10/2021 tarihinde, polis memurunun başvurucuyu başka şekilde yakalama imkânının bulunup bulunmadığı, baş bölgesinden başka vücudun öldürücü olmayan bölgelerine ateş etme olasılığının olup olmadığı tartışılmadan, zor kullanma yetkisinin aşılıp aşılmadığı değerlendirilmeden karar verildiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan İstanbul Anadolu 12. Ağır Ceza Mahkemesi yeniden değerlendirme yaparak kasıtlı yaralama suçundan yine 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasına hükmetmiştir. Sanık polis memuru ve Cumhuriyet savcısı tarafından karara yönelik yapılan istinaf başvurusu 10/5/2022 tarihinde reddedilmiştir.


B. Tam Yargı Davası Süreci

24. Başvurucu, polis memurlarının kendisine yönelik onur kırıcı üst arama eylemi ve zor kullanma yetkisini aşarak hayati tehlike oluşturacak ve kalıcı iz bırakacak şekilde silahla yaralama eylemi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek tam yargı davası açmıştır.

25. İstanbul 2. İdare Mahkemesi 13/4/2018 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... davacı hakkında uyuşturucu ticareti yaptığı hususunda gelen ihbar üzerine, ihbara konu işyerine giden davalı idarede görevli polis memurlarınca, davacının üzerinde bonzai olarak bilinen uyuşturucu madde bulunduğunun tespit edilmesi üzerine gerekli işlemler yapılmak üzere gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğüne götürülmek üzere bulunduğu kafeden çıkartıldığı esnada, ruhsatlı görev silahı ile davacının yaralanmasına sebebiyet veren M.B.'ye fiziki müdahalede bulunmak suretiyle kaçmaya başlaması sonucu kovalamaca yaşanmasına kendisinin sebebiyet verdiği, dosya içerisinde bulunan tanık ifadeleriyle de davacının "dur ihtarına" uymadığı, polis memurunun kovalamaca esnasında ayağının takılarak düşmesi sonucu silahının ateş alması sonucu davacının yaralandığının sabit olduğu, her ne kadar olaya sebebiyet veren polis memuru hakkında yaralamadan dolayı kamu davası açılmışsa da, İstanbul Anadolu 18. Asliye Ceza Mahkemesinin E:2016/682 sayılı dosyasında bu aşamada polis memurunun davacıyı kasten yaraladığına, dolayısıyla da idareye atfedilebilecek hizmet kusuru olduğuna yönelik bir tespitede yer verilmediği anlaşılmakta olup, davacının yaşadığı olayda davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Davanın Manevi tazminat ödenmesi istemine ilişkin kısmına gelince;

İdare Hukuku ilkelerine göre manevi tazminata hükmedilebilmesi için; kişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekmektedir.


Uyuşmazlıkta idarenin hukuka aykırı eylem veya işleminden söz edilemiyeceğinden, davalı idareyi manevi tazminat ödemekle yükümlü kılmanın şartları da gerçekleşmediğinden davacının manevi tazminat talebinin de reddi gerektiği sonucuna varılmıştır."

26. Ret hükmü, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdari Dava Dairesi tarafından 30/11/2018 tarihli kararla onanmıştır.

27. Başvurucu 13/12/2018 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

28. İlgili hukuk için çok sayıda karar arasından bkz. Melih Dalbudak, B. No:2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-66; Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, §§ 51-67; Abdullah Süngü, B. No: 2016/7039, 28/11/2019, §§ 31-48; Devrim Zengin ve diğerleri, B. No: 2017/26413, 9/7/2020, §§ 35-36; Nesrin Demir, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 74-86; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 35-42.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Anayasa Mahkemesinin 29/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkı ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu; kolluk kuvvetinin hukuka uygun olarak üst araması yapmadığını, makul şüphenin söz konusu olmadığını, bu durumun üzerinde uyuşturucu bulunamaması ile de ortaya çıktığını, gerek üst araması gerekse silah kullanılması hususunda yetki aşımı olduğunu, silah kullanımı sonucu hayati tehlike oluşturacak biçimde yaralandığını, idarenin kolluk kuvvetinin eylemlerinden sorumlu olduğunu belirterek pantolonunun aşağı indirilmesi suretiyle yapılan onur kırıcı/hukuksuz üst araması ve kalıcı iz bırakan/hayati tehlike yaratan yaralama nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Bakanlık görüşünde, olayın özeti ve Anayasa Mahkemesinin benzer olaylar için verdiği kararlar aktarılmıştır. Yaşam hakkı yönünden mevcut dosya kapsamı itibarıyla Başsavcılık ve mahkemeler tarafından ulaşılan vakıaya ve nitelendirmeye dair sonuçtan ayrılmayı gerektirir maddi ve hukuki bir nedenin olmadığının düşünüldüğü, usul yükümlülüğünün gereklerinin yerine getirildiği ceza davasının derdest olduğu, idari yargı makamlarının gerekçesinden ayrılmayı gerektirecek maddi ve hukuki bir neden bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı başvuru formunda yer alan iddialarını yinelemiştir.


2. Değerlendirme

a. Hukuki Nitelendirme ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

32. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadı uyarınca ölüm gerçekleşmese dahi bazı hâllerde başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20) ve bu hâllerde başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenip incelenmeyeceğinin tespitinde diğer faktörlerle birlikte kişiye karşı kullanılan gücün derecesi ve türü de değerlendirilir (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69). Başvurucunun şikâyeti kolluk görevlisinin ateşli silah kullanımı sonucu yaralanması/hayati tehlike yaşaması, işyerinde müşteri kalabalığının içinde pantolonunun indirilmesi/ayakkabıların çıkarılması suretiyle yapılan üst araması nedeniyle onurunun kırılması hususlarına ilişkindir. Başvurucu, kolluk görevlisinin silah kullanımı sonucu başından vurulmuştur. Adli tıp raporuna göre yaralanma hayati fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek niteliktedir. Silah kullanımı, kurşunun isabet ettiği yer ve yaralanmanın niteliği dikkate alındığında yaralanmaya ilişkin iddialara dair değerlendirmenin yaşam hakkı, üst aramasına ilişkin iddialara dair değerlendirmenin ise kötü muamele yasağı kapsamında yapılmasının uygun olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

33. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.


Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

(...) meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması (...) veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

34. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).


38. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

39. Bütün temel hak ve özgürlükler için geçerli sınırlama koşullarını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin temel haklarından mahrum bırakılmaları hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile temel hakkından mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).

40. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik, öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

41. Anayasa’nın yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce verdiği kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına, başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- ölçülü bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman,§ 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).


42. Yakalamayı gerektiren durumlarda kişilerin kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulması mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).

43. Öldürücü gücün Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılması zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir, §§ 106, 107).

44. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

45. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüğü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Yaşam hakkına ilişkin bu usul yükümlülüğü olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikteki soruşturmalarla yerine getirilebilir. Güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayları söz konusu olduğunda Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 54-56).


46. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bireylere işkence veya eziyet yapılması ya da bireylerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulmaları yasaklanmıştır. Bu yasak mutlak bir nitelik taşımaktadır ve öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin kişilerin beden ve ruh bütünlüğüne hiçbir şekilde zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

47. İşkence ve kötü muamele yasağı, devlete işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran iddialarla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yapılması yükümlülüğü getirmektedir (Cihan Koçak, B. No: 2014/12302, 21/9/2017, §§ 45, 46).

48. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu yükümlülük uyarınca, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütülmesi gerekmektedir. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

49. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).


50. Yukarıda anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ikincil nitelikte bir hak arama yolu olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

51. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17). Bu kapsamda temel hak ve hürriyetlerle ilgili hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33). Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin anılan içtihadın ortaya çıkışında, olayın tüm boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B. No: 2014/3944, 1/2/2018, § 55).

52. Başvurucunun yaşam hakkının ihlali iddiasına esas aldığı olay, kolluk kuvvetinin silahından çıkan kurşunla hayati tehlike yaratacak şekilde kafasından yaralanmasıdır. Bir başka ifadeyle başvurucu, kamu makamlarının güç kullanımı sonucu gerçekleşen yaralanma nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Ayrıca -onur kırıcı- üst araması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yukarıda aktarılan ilkeler uyarınca güç kullanımı sonucu meydana gelen ağır yaralanma ve ölüm vakaları ile doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırıda devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür vakalarda tazminat davaları ihlali gidermek, dolayısıyla da mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Özetle güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm ve ağır yaralanma vakaları ile her türlü fiziksel ve ruhsal saldırıda en etkili yol ceza soruşturmasıdır.


53. Başvurucu, yaralanması ve onur kırıcı şeklide üst araması yapılması nedeniyle uğradığı zararın tazmini için açtığı tam yargı davasının kesin olarak sonuçlanması üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan bireysel başvuru tarihi itibarıyla güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralama olayına ilişkin ceza yargılaması devam etmektedir. Bir başka ifadeyle ceza yargılaması süreci bireysel başvuru tarihi itibarıyla kesin olarak sonuçlanmamıştır. Kaldı ki sürecin sonunda verilen hükme karşı başvurucunun kanun yoluna başvurmadığı da görülmüştür (bkz. § 23). Ayrıca üst araması sırasında polislerin muameleleri nedeniyle haklarında bir ceza soruşturması yürütülmediği, dahası başvurucunun bu yönde ilgili yargısal kurumlar nezdinde bir şikâyette bulunmadığı görülmüştür. Başvurucu, tazminat davası yolunu tüketerek ve bu davayı temel alarak bireysel başvuruda bulunmuştur.

54. Güç kullanımı sonucu meydana gelen ağır yaralanma ve ölüm olayları ile her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayında etkili başvuru yolu ceza soruşturması olup yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlali iddiasının değerlendirilebilmesi için ceza soruşturmasının bir bütün olarak sonuçlanması gerekmektedir. Diğer taraftan bireysel başvuru yapıldığı sırada devam eden ceza yargılaması sürecine ilişkin olarak formda başvurucu, bir iddia ileri sürmemiş hatta bireysel başvuru yaptıktan sonra sonuçlanan ceza yargısı sürecine karşı istinaf talebinde bulunmamıştır. Ayrıca başvurucunun kötü muamele iddiasına ilişkin olarak bir ceza soruşturmasının başlatılması yönünde adli makamlar nezdinde bir şikâyeti söz konusu değildir. Tüm bu hususlar gözönüne alındığında yaşam hakkına ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlal iddiasının iç hukuk yollarının usulüne uygun tüketilmemesi nedeniyle değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. Özetle yaşam hakkına ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlal iddiaları yönünden başvuru yolunun tüketilmediği sonucuna ulaşılmıştır.


55. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

56. Başvurucu; kolluk kuvvetinin hukuka uygun olarak üst araması yapmadığını, silah kullanımı sonucu hayati tehlike oluşturacak biçimde yaralandığını, idarenin kolluk kuvvetinin eylemlerinden sorumlu olduğunu belirterek pantolonunun aşağı indirilmesi suretiyle yapılan onur kırıcı/hukuksuz üst araması ve kalıcı iz bırakan/hayati tehlike yaratan yaralama nedeniyle açtığı tazminat davasının idare lehine yorum yapılarak, olay aydınlatılmadan reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde olayın özeti, Anayasa Mahkemesinin benzer olaylar için verdiği kararlar aktarılmıştır. Mevcut dosya kapsamı itibarıyla idari yargı makamlarının gerekçesinden ayrılmayı gerektirecek maddi ve hukuki bir neden bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı başvuru formunda yer alan iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

57. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

58. Kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen kötü muamele niteliğindeki eylemlere ilişkin olarak hak ihlali iddiasında bulunan tarafça açılan tam yargı davasının mağduriyetin giderilmesi adına önemli bir işlevi olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte kötü muamele yasağının kamu görevlilerinin kasti fiilleriyle ihlal edildiği şikâyeti yönünden etkili yol ceza soruşturması olduğundan tam yargı davası üzerine bu şikâyetin incelenmesi mümkün değildir. Ancak Danıştay içtihadıyla Anayasa'nın 125. maddesine dayanılarak çerçevesi çizilen tazminat imkânının medeni bir hak niteliğinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının kamu görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan tam yargı davalarında uygulanabilir olduğu açıktır (Yılmaz Yakut [GK], B. No: 2016/7749, 5/11/2020, § 48).


59. Somut olayda başvurucunun İdare Mahkemesinin yargılamasına ilişkin şikâyetleri adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkı yönünden incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

61. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsamaktadır (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75). Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76). Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34). Mahkemeler, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarını inceledikleri gerekçeli karardan anlaşılmalıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).


ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvurucu, tam yargı davasını açarken hizmet kusurunu ve uğradığı manevi zararı sadece silahla yaralanması bağlamında dile getirmemiş; aynı zamanda yapılan üst aramasının hukuka aykırılığından ve onur kırıcı olması nedeniyle yarattığı manevi zarardan yakınmıştır.

63. İdare Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda başvurucunun dur ihtarına uymadığı, silahın polis memurun düşmesi sonucu ateş aldığı ve kolluk görevlisinin başvurucuyu kasten yaraladığına ilişkin bir veri bulunmadığı temelinde hizmet kusurunun olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir (bkz. § 25). İdare Mahkemesi kararında başvurucunun kalabalık bir ortamda onur kırıcı şekilde üstünün aranması nedeniyle manevi zarara uğradığı savı yönünden bir değerlendirme yapılmadığı, bu hususu yönünden ret gerekçesi sunulmadığı görülmüştür.

64. Başvurucunun olay günü bulunduğu işyerinde üst aramasına tabi tutulduğu tartışma gerektirmeyen maddi bir olgudur (bkz. §§ 10, 17). Bu maddi olguya ilişkin olarak başvurucunun hukuka aykırı/onur kırıcı olduğu temelinde ileri sürdüğü manevi zarara uğradığı yönündeki iddiaların yapılacak değerlendirmeye göre karar sonucunu etkileyeceği açıktır. Yukarıda yer verilen ilkeler bağlamında söz konusu iddia hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmadan hüküm kurulmasının gerekçeli karar hakkını ihlal eder mahiyette olduğu kanaatine ulaşılmıştır.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

66. Başvurucu; ihlalin tespiti, tazminata hükmedilmesi ve yeniden yargılama yapılması taleplerinde bulunmuştur.

67. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).


68. Yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

69. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2017/1287, K.2018/739) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.